4 Mart 2016 Cuma

                                            *21*                                                   

 
Yarın yılbaşı, yani 31 Aralık aslında tam yılbaşı değil ama ben hep yılbaşında gereğinden fazla sırıtırım. Ne bileyim, çok sıcak geliyor bana yılbaşı. Hep babam Kader Abla, Efsun Abla ve Şafak Ağabey’e izin verir bizim evde yalnız başımıza kalmamızı sağlardı çok da iyi yapardı. Annem hep yılbaşında o adam gibi olan kurabiyeleri yapıyor. Yani 3 yıldır ismini ezberleyemedim. Neydi? Zencefilli kurabiyeydi sanırım. Ve hep okulda çekiliş yaparız bana nedense her zaman samimi olmadığım biri çıkar. Geçen sene sınıfımız 13 kişilik olduğundan 4/C şubesiyle ortak yaptık bana sadece selam verdiğim ve hiç tanımadığım biri çıktığı için rastgele bir şey aldım, pek memnun olmadığı her yüz kasından belliydi. Haa bu arada bu gün bizde yılbaşı çekilişi yaptık, bana ismi neydi? Şimdi hatırladım Barış diye biri çıktı sanırım o da kızlarla tanışmaya hiç yeltenmeyenler arasında keşke Doğa çıksaydı ne güzel olurdu. Akabinde ”Maalesef” annem beni yarın yılbaşı olduğu için erken yatmam konusunda uyardı. Acaba annemden gizlice Doğa’nın yanına mı gitsem? Güzel fikir aslında hem ona da kimin çıktığını sorarım. Bu aslında biraz annemden gizli görev gibi olacak ama olsun burada da bir can sıkıntıdan patlayacak. Bu arada( pardon araya hep dip not sıkıştırıyorum ama) matematikten notumu merak ediyor musun? Tabii 100 olmasa da bir 80 değil tamı tamına 97 aldım. Doğa tabii ki 100 aldı ( hem de yıldızlı). Doğa odasına girdiğimde şu sözleri söyledi:

-          Pelin koş odana annemler görmesin!

Tam bir hayal kırıklığı hâlbuki ben buraya ne umutlarla gelmiştim. En iyisi ben yatayım. Kimse beni istemiyor.

                                                                         ****

                                             *20*                                           

 
Hemen bu sözleri duyunca anneme koştum. Sorguya çektim hemen onu:
-          Anne babaannem ölecek mi?
-          Bana neden söylemediniz?
-          Ben onun torunuyum.
-          Bilmek hakkım.
-          Tamam, sakin ol Pelin.
-          Nasıl sakin olayım anne?
-          Babaannen ölmeyecek!
-          Neden doktorun yanında? Gibi milyon tane soru yönelttim.
-          Yaa grip olmuş bronşları iltihaplanmış. Ahu Doktor’da bizimde haberimiz olması gerektiğini düşünüp aramak istemiş ama babaannen izin vermeyince bu yola başvurmuş.
-          Aaa gerçekten mi?
-          Tabii ki sana yalan borcum mu var?
-          Yok, eee o zaman. Diye kendi sorusuna cevap verdi.
-          Teşekkür ederim anne yüreğime su serptin.
-          Bir şey değil kızım.
-          Tamam görüşürüz. Ders çalışıyım ben.
Derse oturdum ancak kendimi pek derse veremiyorum. Tek derdim babaannemdi, ufak penceremden dışarıyı seyre daldım. İnsanlar ne kadar sakindi acaba neden? Hiç kimsenin bir derdi yok mu? Yarın matematik yazılım var, hoca kazık soracakmış, çok korkuyorum 85 altı alırsam ben biterim annem çok kızar. Ona söz vermiştim tüm notalarım 100 olacak diye. Off çok sıkıldım anlaşıldı bu gün ben zor ders çalışırım. Sınavdan düşük almamam lazımmm. En iyisi Doğa’yla çalışıyım. O sıkılmadan çalışır:,
-          Doğa, lütfen matematik yazılısına beraber çalışalım!
-          Ayy peki Pelin.
-          Aslan arkadaşım benim.
-          Pelin şunu fark ettim sende hemen sulanma özelliği var.
-          Teşekkürler! Teşekkürler!
-          Ya otur haydi X’lerle Y’lerle boğuşalım.
-          Yaa şu anda o kadar basketbol oynamak istiyorum ki.
-          Otur çabuk o zaman da çabuk bitsin işimiz.
Bana anlatmaya başladı Doğa. “Bi bakem” iyice havaya girmiş sanırsın Selim Hoca. Ahh azizim ben diyorum bu kız matematikçi olacak. Ama bizim Pelin sözelci olduğu için bizim Pelin’e matematik zor gelsin. Nerede eşitlik of of!!! Ya ben sıkıldım:
-          Doğa ben sıkıldım.
-          Hadi o zaman say işlem önceliğini bitirelim.
Aa Doğa bana sanki laf soktu. Öyle hisettim:
-          “Doğacım” sen bana laf mı soktun doğru mu anladım?
-          Hayır, “Pelincim” sana öyle gelmiş.
-          Haa tamam ne diyorduk “Doğacım”.
-          Ayy yeter say şu işlem önceliğini!!!
Off ben Doğa’yı dinlemedim ki nasıl sayıcağım?!
-          İlk önce, ilk işlem yapılır, sonra sonraki işlem, en son son işlem yapılır.
-          Pelin bari mantıklı salla.
-          Ne yapıyım? Bendeki sallama yeteneği de bu kadar ne yapıcan.
-          Off ilk önce üslü sayılar, sonra parantezli işlemler, sonra çarpma-bölme, en sonda toplama-çıkarma. OK?
-          OK?
-          Bak şimdi inebiliriz.
-          Olleyyy !!!
-          Off Pelin senden çok çekeceğim.
Ya basketbolu çook seviyorum.
                                                           ****

                                          *19*                                              


Bu da neydi şimdi, son cümle bende lodos etkisi yarattı. Kasten yazılmıştı belli ki. Babaannem neden böyle bir şey yazsın. Babaannem doktorun yanında olmalı demek ki hasta. Mektubun içinde olduğu turuncu zarfı kurcaladım belki not vardır diye ama yok, beni bunca sırla baş başa bıraktın “DOKTOR HANIM” ben nasıl çözeceğim bu sırları. Hüzün dolu özlem kokan mektubu ilaç kokusu sarmıştı şimdi de, babaannem nerede? Ne yapıyor? Sağlıklı mı? Kim bakıyor ona? Kafamda bunlar gibi binlerce cevapsız soru dönerken kapım çaldı:

-          En sevdiğim arkadaşım nasılmış bakalım?

-          Doğa iyi bir dedektif misin?

-          Bu da nereden çıktı?

-          Gizemli bir mektup var elimde ve ben ne yapacağımı bilemiyorum.

-          Babaannenin gönderdiği mektup mu?

-          Evet, sen nereden biliyorsun.

-          Kahveleri yaparken annemler konuşuyordu.

-          Ne diyorlardı?

-          Birkaç sözcük kaldı aklımda.

-          Neler?

-          Hastane, kanser, mektup, Ahu Doktor ve bir de-

Doğa bir an duraksadı:

-          Beklide yanlış duydum ya boş ver.

-          Doğa ne oldu söyle.

-          Önemi yok.

-          Bu gizemi çözmekte yanımda değil misin? O zaman beklide dost değilizdir.

-          Peki, son kelimede “ÖLÜM” .

 Ne! Ne diyor bu kız.

-          Emin misin Doğa?

-          Maalesef.

O anda çöktüm herkes bir, bir yok oluyordu. Ben de mi sorun vardı? Babam, Ayaz Amca şimdide babaannem. Lanetli miyim ben?

                                                                   ****

                                        *18*                                            

 
Sevgili Pelin:

Merhaba benim güzel kızım, o çimen gözlerine bakarak okumak isterdim bu mektubu ama yapamıyorum. Mesafeler bize engel oluyor sevgili torunum,  sana olan özlemimi açıklayamam, seni çok özledim. Birkaç şiir kokan satır sana bunu nasıl anlatır bilemiyorum. Diğerlerine söyleme ama 5 torunumun arasından en çok seni seviyorum. Beni aralarından en çok seven sensin. İkizlerin( Jale ile Hale) hakkını yiyemem ama seni kendime daha yakın hissediyorum. Müzik kurslarına devam et emi kızım. Biliyorsun babanın müziğe verdiği önemi. Burak’ın gözünü arkada bırakma hep başarılı ol. Bu biraz nasihat tarzında oldu sanırım ama bu söylediklerimin hiçbirini unutma ellerim ancak bunları yazmaya varıyor…

ALMANYA’DAN SELAMLAR…

“Bitirebilirsiniz Doktor Hanım”

                                                           ****

                                           *17*                                               


Elçin Hanım’ın sırrını çözdüm, meğer benim matematik öğretmenimmiş. Boşuna ismim entrikalar kraliçesi değil yani ( kendime taktığım lakap) benden iyi bir yazar olur aslında. Denesem mi hikâye yazmayı? Üff neyse boş ver, zamanım olsa hikâye yazacak. Malum derslerimiz “YOĞUN”.  Bu arada Tolga’dan sonra bir tane daha arkadaş edindim, ismi Maya değişik bir isim değil mi? İlk duyduğumda şaşırdım ama kırılmasın diye sesimi çıkarmadım. Beşinci sınıfa gidiyor benim gibi. Benim tersime sapsarı saçları var, ela gözleri de var. Hayatımda bu kadar güzel bir ela görmedim parlıyor sanki. Alınma dedecim ama senden bile ela gözleri. Sesi kadife gibi yumuşacık, özellikle bir Pelincim deyişi var. Boyu benden yaklaşık 10cm kısa ama kilosu, neredeyse Çiçek kadar zayıf, incecik. Annemin sesini duydum:

-          Babaannenden mektup var sana biraz kırgın sanırım. Babanın ölümünden sonra hiç aramadın ya kadın Almanya’da senin hasretinden yanıyor.

-          Aa evet unuttum onları çok da özledim, paramız olsaydı giderdik.

Aniden annemin ayak seslerini duydum sinirli gibiydi odama gelince hafif ölçüde kızmaya başladı:

-          Öyle başkalarının yanında konuşulmaz kızım para meseleleri tamam mı?

-          Neden ki?

-          Ayıp çünkü. Dedi annem.

-          Büyükleri anlayamıyorum anne ne zaman anlamaya başlayacağım?

-          Merak etme elbet büyüyeceksin Pelincim, anı yaşa.

-          Peki, bu arada mektuba ne oldu?

-          Haa o burada.

-          Verir misin annecim?

-          Senin için zaten bu mektup.

Annem odadan gidince mektubu açtım. İçinden yere kurumuş bir lale düştü. Sanırım yolda kurumuş ve babaannem kuruyacağını bildiği için koymuş,  ambiyansçı babaannem benim. İçinden bir de bir fotoğraf düştü. Fotoğrafta babaannem başında mavi bir şapkayla bana bakıp gülümsüyordu, saçı iki sene önce bıraktığım renkteydi.” Bal rengi” en sevdiğim saç rengidir bal rengi. Babam da çok severdi hep özenirdi bal rengi saçı olanlara, ben babaanneme şaşırdım neden boyatmamış saçını? Aslında babam çok kızardı hep saçını boyattığı için neden boyatmamış neden?  Hâlbuki babaannem saçını iki haftada bir değiştirir. Bu sorunu kafama takmak istemiyorum ama bir şey mi oldu ona? Kafasına taktığı bir sorunu mu var tombiğimin? Çok süslüydü o. Neyse hemen mektuba dalıyım…

                                                                     ****

                                                *16*                                             


İlk ders yeni bitti, ne yazık ki hiç arkadaş edinemedim. Doğa olmasaydı yalnız kalmıştım, ilk dersimiz müzik idi en sevdiğim ders malum 3 tane müzik aleti çalabiliyorum, ilk günden öğretmenimin favorisi oldum, köy okuluna gitmeyip şehirdeki bir okula gitmediğim için çok mutluyum, bıraktığım müzik kurslarının telafisini yapabileceğim. Öğretmenim piyano çalma stilimi çok (aşırı) beğendi. Ben piyano çalarken Doğa da bana kemanla eşlik etti. Mükemmel bir ikili olduk, öğretmen ayakta alkışladı. Tüm sınıf o anda büyülenmiş gibi baksa da teneffüste yüz vermediler. Şimdi karar verdim gördüğüm ilk kişiyle konuşacağım, erkek de olsa. Evet, şurada biri var, erkek ama olsun bir şey olmaz:

-          Merhaba nasılsın?

Seslenmemle bana dönüp havalı havalı baktı. Kibirli biraz sanırım. Yineledim:

-          Merhaba ne yapıyorsun?

-          Ne yapacaksın. Dedi, kibirlice.

Çok kaba bir insana özellikle bir kıza bu söylenebilir mi? Kaba işte ilk günden birine sinir olmayı başardım. Konuşmaya başladı kaba çocuk:

-          Özür dilerim kötü anıma denk geldin ben Tolga.

Yumuşadım birazcık sanki:

-          Ben Pelin, özür dilemene gerek yok.

-          Bir kıza bunu söylediğim için özür dilerim. Dedi.

-          Gerçekten affettim.

-          Sen hangi sınıfta okuyorsun?

-          5. Sınıf 5/D. Ya sen? Dedim.

-          Ben 7/A. Dedi.

-          Benden baya büyüksün.

-          Evet, iki yaş. Dedi.

-          Ne zamandır bu okuldasın?

-          Anaokulundan beri ayrı bölümlerinde okudum.

-          Ben İstanbul’da okudum ilkokulu ve anaokulunu. Dedim.

-          Neden buradasın ne güzel işte İstanbul’daymışsın.

Henüz bunu Tolga’ya açıklamaya hazır değilim. Tekrar gözyaşı dökemem. Bir daha asla ağlamayacağıma söz vermiştim:

-          Kendimi söylemeye hazır hissetmiyorum Tolga, lütfen alınma senle ilgili bir konu değil. Sana güvenmediğimi düşünme sakın.

-          Ben böyle şeylere alınmama Pelin merak etme sakın, ben rahat bir insanım.

-          Çok mutlu oldum çünkü birilerine bir şey açıklamaktan nefret ederim. Dedim.

Ve ders zili çaldı umarım Türkçe öğretmenimi severim. Kesin seveceğim, sınıfım neredeydi? Orada mı? Burada mı? Acaba neredeydi? Unuttum. Hemen Doğa’yı bulmalıyım.

                                                                ****